On ikinci asırda Haçlı seferlerinin en şiddetli yıllarında, Suriye’de bulunan Türk devletinin hükümdarı Nureddin Zengi 1162 senesinde bir rüyâ görür Peygamber efendimiz (s.a.v.) rüyasında 3 adamı Sultan’a göstererek, “Nureddin! Bu adamlardan beni kurtar!” diye buyurur.
Yatağından fırlayan Sultan, “Bu rüya doğru bir rüyadır. Resülüllah tehlikede.” diye düşünerek, sabahı beklemeden, yanına sadık adamlarından 20 kişi alarak ve çok süratle giderek 16 günde Medine-i Münevvere’ ye varır. Halk, Sultan’ın bu ani ziyaretine hem sevinir, hem de şaşar. Ertesi günü, genç-ihtiyar, kadın erkek çocuk bütün şehir halkının, önünden geçmesini ve halka bizzat eli ile hediye dağıtacağını ilân eder. Herkes gelip geçerler.
Sultan geçenler arasında rüyada kendisine gösterilen adamları göremez. “Buraya gelmeyen kimse kaldı mı?” diye şehrin valisine sorar. O da Sevgili peygamberimizin kabrinin bulunduğu yere yakın bir evde oturan 3 magriblinin gelmediğini söyler.
Sultan derhal o 3 kişiyi zorla getirtir. Görür ki, bu adamlar rüyada kendisine gösterilen 3 kişidir. Derhal bunları tevkif ettirir.
Sultan maiyeti ile beraber bu eve gider ve eve girirnce görürler ki, evin içinde büyük bir tünel kazılmış ve tünelin ucu da Ravza-i mutahhara’ya iyice yaklaşmıştır. Mağribileri muayene ettirir. suçluların sünnetsiz ve Hristiyan oldukları ortaya çıkar. Bunlar sorguya çekilince ifadelerinde;
“Bizler Hristiyan’ız Yeraltından Peygamberin kabrine girip naaşını çalıp Avrupa’ya götürecektik.” derler.
Sultan Nureddin Zengi bundan sonra böyle hainler zarar vermesinler diye, Ravza-i Mutahhara’nın etrafına su gelinceye kadar hendek kazdırır. Bu hendek epeyce geniş olarak yapılır. Buraya kalay eritilip dökülerek kalın bir duvar haline getirilir. Böylece Ravza-i Mutahhara emniyet altına alınmış olur.